7 Aralık 2018 Cuma

Son durağımız Seminyak! Seminyak'ta nerede kalınır, neler yapılır?


Seminyak

Ubud’la yaşadığımız büyük aşk sonrası sadece 
2 gün ayırdığımız Seminyak’a giderken “Umarım burayı 
Ubud’tan daha çok beğenmem.” diye düşünmedim değil. 
Nitekim Ubud kadar beğenmedim.

Ubud bi’ başka!

Tatil boyunca motorları kiraladığımız bir yer vardı. 
Aynı zamanda çok güzel tablolar da satıyorlardı. 
Her gün bir ayağımız oradaydı desem abartmam. 
Bali’den Seminyak’a geçmek için araba kiralama 
işini de onlarla çözdük. Ailenin babası bizi kendi 
arabasıyla 250.000 Rph’ye götürmeyi kabul etti.

Motor kiraladığımız, güzel bir tablo aldığımız, Seminyak maceramızın kahramanı Hakkı Abi

Seminyak’a gidişte yol boyunca çok ama çok eğlendik; 
çünkü titiz planlarımızda minik bir hata yapmıştık. 
Seminyak’ta kalacağımız otelden aynı isimde 
2 tane vardı. Adını Hakkı Abi koyduğumuz aile babamız 
bizi çat pat İngilizcesiyle “Seminyaaaaaaak” diyerek ve
 el işaretleriyle “şu taraftan” diye yönlendirerek doğru otele 
götürmeye çalışsa da biz çok bilmişler ısrarla kendimizi 
yanlış otele bıraktırdık.

Burası 20 yıl önce Bali’ye yerleşmiş bir Fransız’ın oteliydi.
Böylece dünya tatlısı biriyle tanışmış olduk. 
Elimizde Booking rezervasyon kağıdı olduğu için doğru 
otelden çok uzakta olduğumuzu geç de olsa anladık. 
Tabii Hakkı Abi gitmişti. Bu tatlı adam motora atlayıp 
bize yeniden bir taksi ayarladı, kısaca hikayesini anlattı 
ve bir dahaki sefere görüşürüz diyerek bizi uğurladı.

Belki gelecek hayallerimiz için bir işaretti 
bu tanışma, kim bilir…

Seminyak’ta kalacağımız otele zar zor ulaştık. 
Seminyak, Ubud’a göre daha kalabalıktı. 
Trafik polisini ilk kez burada gördük mesela… 
Ama bizdeki gibi bir sistem düşünmeyin. 
Polis trafik ışıklarını eliyle açıp kapatıyor desem anlarsınız J


Taksici ona mecbur olduğumuz için asla pazarlık yapmadı
 ve söylediği parayı aldı. Bir de bizi kandırmayı ihmal etmedi; 
neymiş efendim Seminyak’ta polisler motorlara çok katıymış, 
turistleri sıkıştırıp rüşvet alırlarmış. Otele gider gitmez 
ilk sorumuz bu oldu. Görevli mahcup bir ifadeyle 
verilen bilginin doğru olmadığını ve keyfimize bakamızı 
söyledi. Biz de hemen motorları kiralayıp keşfe başladık ve
tek bir polisle bile karşı karşıya kalmadık. 
Burada motorları otelden kiraladık.



1.gün:

Önce biraz turladık, otele yakın bir sahilden denize baktık. 
Aslında günün planı çok önceden belliydi. Potato Head Beach Club! 
Burası gün batımında müthiş görünüyordu. Zaten oteli bulma 
çabasıyla oldukça zaman kaybetmiş, Tanah Lot Tapınağı’nı 
görme şansımızı kaçırmıştık. Bir de gün batımını kaçırmamak 
için hemen yola çıktık. 







Potato Head Beach Club, Seminyak’ta en çok 
beğendiğim yer oldu. 
Okyanusla bir havuz, harika müzikler, muhteşem 
bir gökyüzü…
Ama değişik bir sistemi var. Islak alandan kuru alana 
1.5 saat boyunca geçemiyorsunuz. Belli bir tutarın üstünde 
yemek harcaması yaparsanız havuz kısmındaki localarda 
oturabiliyorsunuz falan. Şansımız yaver gitti ve buranın 
tadını doyasıya çıkardık. 



2.gün:

Bali’de kesinlikle yapmanızı tavsiye edeceğim diğer bir şey:
Sea walker!

Bu tarz su sporu aktiviteleri adanın diğer ucu olan 
Nusa Dua’da yapılıyor. Biz Tripadvisor yorumlarından 
yardım alarak Grand Mirage Resort’ gitmeye karar verdik. 
Yine çok tatlı insanlarla bu deneyimi yaşadık.



Sea walker için bir sürat teknesine biniyorsunuz. 
Tekne sizi açıklarda bir alana bırakıyor. Burada size bilgi veriliyor, 
kafanıza geçirilen tüplerle eğitmenler eşliğinde suyun altına 
iniyorsunuz ve rengarenk balıklarla tanışıyorsunuz.



Terapi gibi gelen sea walker deneyiminden 
sonraki duraklarımız 
Uluwatu Tapınağı, Padang Padang Plajı ve Jimbaran’dı.


 Uluwatu Tapınağı:
Belinize Sarong bağladıktan, güneş gözlüklerinizi ve 
bilimum aksesuarlarınızı çantanıza koyduktan sonra içeri girmeye
 hazırsınız. Evet, aksesuarlar çantaya çünküüüü, burada sizi yine 
maymunlar bekliyor! Üstelik bu maymunlar Ubud’takiler kadar 
insanlarla haşır neşir değil. Biz tapınağa girerken yanımıza bir 
adam yaklaştı. Kendini tanıttı, cebinden çıkardığı sapanla gezimiz 
boyunca belli bir ücret karşılığından bize eşlik edebileceğini söyledi.
 Sebebine gelince de aynen şöyle söyledi; “Bu maymunlar hırsız!”
“Yok artık” dedik! Maymunları sapanla kovalayacak değiliz değil mi!
Neyse içeriye girdik, evet her yerdelerdi, genelde de 
ağaçlarda ve işin komik kısmı bu maymunlar gerçekten 
hırsızdı J Hayatınızda göreceğiniz en tatlı, en komik hırsızlar.
 Bir oradayken birkaç kişinin gözlüğünü çaldılar mesela… 
Monkey Forest’tan bahsederken zekalarını asla küçümsemeyin 
demiştim hatırlarsanız, burada bir kez daha altını çiziyorum. 
O minicik elleriyle çaldıkları gözlükleri tersinden gözlerine takmaya 
çalışmalarını izlemek için gözlüğümü feda ederdim, işte öyle tatlılar!
Tabii herkes benim kadar Elmyra olmak zorunda değil,
gözlüğünü geri isteyenler de oldu. Bu noktada imdadınıza
 görevliler yetişiyor ve maymunlarla takas yapıyorlar.

Al muzu ver gözlüğü!

Maymunlar dışında Uluwatu’nun muhteşem
 bir okyanus manzarası olduğunu da söylemeliyim.



Padang Padang Plajı:
Belki mevsim gereği, belki de okyanus olduğu için 
burada yüzmek pek bana göre değildi, çok fazla akıntı 
vardı ve çok dalgalıydı. Ama plajın doğal oluşumunu, 
plaja inen yolu mutlaka görmelisiniz.

Padang Padang plajına inen muhteşem yol



Jimbaran:
Burası bir balıkçı kasabası olarak geçiyor. Yan yana bir süre restoran… 
Hepsinin ön tarafı kumsalın üstünde. Biz akşam yemeği için 
burayı seçmiştik, günün yorgunluğunu okyanusa karşı yemek
 yiyerek atacatık. İçeriden balıklarımızı seçtik ve masaya döndük.







Ama o nasıl bir rüzgar!
Masaya önden çorba getirdiler ama kaşıkta durmadığı 
için direkt üstümüzdeydi:)
 Sonra tabii ki pirinç, çeşitli otlar. En son balıklar geldi, 
hiçbirinin adını bilmiyorum ve öyle soslu pişirilmişti ki 
tatlarını bile anımsayamıyorum. Yine de burayı sevdim…

Böylelikle Bali tatilimizi noktalamış olduk. Aklımızı ve 
kalbimizin bir parçasını orada bırakıp kaoslar ülkesine geri döndük.
O masalı bırakıp buraya döndüğümden, başka bir hayatın 
mümkün olduğunu gördüğümden beri hayata 
tam olarak adapte olamadım!

Dilerim bu yazıyı okuyan herkes bu büyülü diyarı görür :)









Dünyanın en mistik bölgesi Ubud! Ubud'da neler yapılır?


Ubud

Ubud göreceklerinizden, okuyacaklarınızdan, 
dinleyeceklerinizden çok daha fazlası… 
İnanılmaz mistik… 
Doğa harikası… 
Akıl olarak, duygu olarak yenilenmek, tazelenmek
 için şahane bir destinasyon.
Elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım ama
 ne dersem diyeyim az kalacak…


Ubud’taki ilk 6 gün kuş cıvıltıları eşliğinde başlayıp 
cırcır böcekleri eşliğinde sona erdi. Sonsuzluk havuzunda 
vakit geçirmek, yağmurun altına yüzmek, güneşlenirken 
üzerinizden uçan mavi – turuncu renkli kuşları görmek,
 inanılmaz keyifli… Fotoğraflarımıza gelen yorumların hepsi aynıydı: 
“Acaba cenette misiniz?”
Cennet böyle bir yer olsa gerek!










Kaldığımız otel tek kelimeyle muhteşemdi, 
yine gitsek yine aynı yeri seçeriz! 
Otel kadar Ubud’un içi de güzeldi! Göründüğünden çok daha 
mistik bir hava var orada. Anlatamıyorum, dilerim gider ve yaşarsınız.
 Sanırım bir ay zamanımız olsa Ubud’ta hiç sıkılmadan geçirebilirdik.

Evimiz

İlk günün gündüzünü otelin doğasını, 
akşamını merkezi keşfederek geçirdik.

2. gün:
·      Karsa Spa
·      Monkey Forest

Gelmeden önce yine Tripadvisor yorumlarına dayanarak 
en iyi spa merkezi olan Karsa Spa’ya rezervasyon
 yaptırmıştım. Kahvaltı sonrası otelimize yakın olan bir yerden
 motor kiralayıp masaja gittik. Nilüferlerin açtığı sazlıklar içinde,
 içinde balıkların yüzdüğü mini göllerle çevrili, 
dört bir yanı pirinç tarlalarına bakan bir alana kurulu
 bu spa merkezinde masajınızı açık havada yapıyorlar!
 Burayı planlarınıza kesinlikle ekleyin ve mutlaka gitmeden önce 
rezervasyon yaptırın. Çünkü biz bir daha yer bulamadık
 ve bu eşsiz deneyimi sadece bir kere yaşayabildik. 

Burada açık havadasınız ve altınızda balıklar yüzüyor!


Masaj kamelyasına ulaşan tüm yollarınıza çiçekler serili...


Masaj sonrası göl üstüne kurulu çardakta oturup 
bir şeyler içtik, balıkları besledik sonra ver elini 
Maymun Ormanı!

Maymun Ormanı tamamen doğal bir ortam olduğu için
 sizi hiç üzmüyor. Hatta bu bölgede maymunlar caddelerde geziyor.
 Baştan söyleyeyim ormana girdiğinizde göreceğiniz 
tabelada yazanlar sizi biraz ürkütebilir. Ben şahsen bütün 
incik boncuklarımı, toka, gözlük, küpe aklınıza ne gelirse çıkartıp
 çantaya koydum çünkü tabelada bu tip şeyleri çaldıkları yazıyordu.
 Bir diğer uyarı “Gözlerinin içine bakmayın”dı. 
Ama öyle güzellerdi ki, bakmamak ne mümkün…


Biz girmeden önce marketten muz alıp çantamıza sakladık, 
bu tavsiyeyi bir blogda okumuştum ve çok doğruydu.
 Çünkü içeride tek tek ve pahalıya satılıyordu. 
Gelmesini istediğiniz maymunun yanında muzu çaktırmadan alıp 
havaya kaldırıyorsunuz, zaten görür görmez gelip tırmanıyor. 
Çaktırırsanız, alana kadar uğraşıyor. Biraz fazla akıllılar! 
Biz kendileriyle baya haşır neşir olarak gezdik. Bu arada uyarılarıdan
 bir diğeri anne-bebek maymunlara ekstra dikkat etmek gerektiğiydi ki 
bunu şöyle tecrübe ettik; bızdıklardan biri arkadaşımı bir anda ısırdı. 
Hem de baya el ele kol kolalarken ve her şey yolundayken... 
Son anda gördüm ki meğer yerde yavrusu varmış. 
Arkadaşım ısırığın etkisiyle çığlık atınca yavru maymun bir karış 
boyuyla arkadaşımın bacağına vurmaya başladı ve sebep anlaşıldı. 
Bu manzara aklıma geldikçe gülüyorum.
Tabii arkadaşım panik oldu, eli kanıyordu. 
Hemen içerideki revire gittik ve müdahale ettiler, 
ciddi bir şey yoktu. Bu olay sizi korkutmasın, biz olayın devamında 
ormana geri döndük; çünkü muzlar bitmemişti ve öyle sevimlilerdi ki, 
onlarla biraz daha vakit geçirmek istedik.


Biri elinde diğeri ayağında :)


 Ve yeni bir maymun, yeni bir vukuat. Bu kez kahraman benim.
 Oturdum taşın üstüne, bir muz çıkardım. 
Miniklerden biri geldi kucağıma oturdu, o küçücük elleriyle elimi tuttu, öyle güzeldi ki… Ama sonra… Delikli bluzden piercing’imi gördü, 
bluzü kaldırmaya çalıştı! Kapıdaki uyarılar! Orkun’un paniği! 
Saniyeler içinde gözümde canlanan sahneler sonucu o tatlı yaramazı kucağımdan atmak zorunda kaldım ve haliyle bana sinirlendi. 
Ben de gözlerine bakmadan kaçtım :)
Kısacası siz uyarıları ciddiye alın ve zekalarını hiç küçümsemeyin. 
Şahsen ben piercing’imi göreceğini düşünmemiştim.


3.gün:
·      Pirinç tarlaları
·      Bali Zoo
·      Ve şartların bizi sürüklediği “Coffee Plantation” macerası

Hayvanat bahçelerine karşı olsam da buradakinin 
daha özgür olduğu aldatmacasıyla Bali Zoo’ya gitmiş bulunduk. 
Ülkemize göre çok daha iyi şartlar sağlasalar da özgür ortamlarıyla kıyaslanamaz. Günün planı Bali Zoo ve Tirta Empul Tapınağı’ydı. 
Fakat biz Bali Zoo’yu ararken sevimli Balililerin ilk uyanıklığıyla tanıştık.

Turistin az olduğu sezonda, motorun üstünde, kafanızda 
pirinç tarlası şapkalarıyla dikkat çekmeniz kaçınılmaz. Hal böyle 
olunca bizi fark eden sevimli bir arkadaş motorla yaklaşıp 
sohbete başladı. Nereden geldik, nerede kalıyoruz, nereye gidiyoruz 
vs. Biz tabii sevdik ya bu kavruk insanları, tüm saflığımızla 
bağrımıza bastık. Bir de sürekli gülüyorlar zaten :)

Bu gülüşün altında yatan uyanıklığı fark etmediğimiz bir andan...


Pirinç tarlalarını bulamıyorken hızır gibi yetişti dedik. 
Bizi yarım saatten fazla süren yollarla Tegallalang’a götürdü 
bu arkadaş, fotoğraflarımızı çekti, Bali’yi anlattı. 
“Ayyy ne kadar iyisin!” 
diye diye bir hal olduk. Ama bir türlü tam olarak gitmek 
istediğimiz yere gidemedik. Neyse dedik biz buradan ayrılıp 
Bali Zoo’ya geçelim bari. “Coffee Plantation”la ilgileniyor 
musunuz diye sordu. “Yooo” dedik. Bizi yine dolandırdı durdu, 
karmakarışık yollardan bir yerelere götürdü. Meğer 
Coffee Plantation tam da oradaymış, bir görseymişiz... 
Bak sen Allah’ın işine…Çok da sevimli… Peki dedik, takıldık peşine. 
Ayhan Abi, en başından beri bu iş halı, kilim, travel'a bağlanacak 
dediyse de dinlemedik, gittik. Programımızda olmasa da 
gerçekten güzeldi. Pek çok bitkinin yetiştiği ağaçları gördük, 
kahveler tattık. Oysa arkadaşımızın asıl amacı bize 
Luwak kahvesi satmaktı. Ama yer mi hiç bu hayvanseverler…
Her ne kadar Bali Zoo’ya giderek bir vicdani hata yaptıysak da 
kafeste tutulup kahve yedirilen kedilerin ticaretine katkı 
sağlamayacağımızı baştan konuşmuştuk. Bu düşüncemizi anlattık. 
Evet Luwak kahvesi içmedik, almadık ama aldığımız kahveler, 
çaylar ve masaj yağlarıyla adadaki en pahalı alışverişimizi burada 
yapmış olduk. Bir de arkadaş benzinimizi bitirdiği için bizi tanıdığı 
benzinciye götürüp komisyonunu almayı ihmal etmedi. 
Dedik ya burada turist para demek. 



Neyse sonrasında yakamızı kurtarıp Bali Zoo’ya gidebildik. 
Bu sürede yanımıza yaklaşan tüm motorlu arkadaşlara biz tatili 
bitirdik demeyi ihmal etmedik. Bu da bizden size bir uyarı olsun.

Bali Zoo, sözde serbest hayvanat bahçesi...
Koyduğum fotoğraflar görünen güzel kısmı, fakat 
kafeslerdeki dünya güzeli aslan ve kaplanlar 
için söylenecek söz yok.








4.gün:
·      Batuan Temple
·      Tegenungan Waterfall

Kahvaltıdan hemen sonra Batuan Temple’a gittik. 
Belimize bağladıkları Sarong adı verilen örtülerle tapınağı gezdik. 


 Ardından Tegenungan Şelalesi’ne gittik. Burası da görmeye değer yerlerden biri.





 5. gün:
·      Mason Elephant Park

Otelin tadını çıkardığımız bir gün daha… Akşama doğru
koca cüsselerine doyamadığımız, üzgün bakışlı, dünya tatlısı 
filleri görmeye Mason Elephant Park’a gittik. Burası doğal hayattan
 kopan fillerin rehabilite edildiği bir alan olarak geçiyordu, 
fakat öyle değildi. Bu tatilde en temel harcamalarınız neydi
 diye sorarsanız, biri Orkun’un hayvanları beslemek için aldığı 
yiyeceklerdi derim. Ama burayı tavsiye etmeyeceğim.
 Biz Instagram fotoğraflarına kandık. 
Filleri ormanda gezerken paylaşmışlar, tıpkı maymunlar gibi 
gayet doğal ortamlarında takılıyor görünüyorlar. 
Oysa oraya gittiğimizde hiç de öyle olmadığını gördük.
 Sorduğumdaysa onlar Blogger’ların özel izinle yaptıkları 
fotoğraf çekimi cevabını aldım!

Biz tabii ki fil turu yapmayacaktık, o hayvanların nasıl 
eğitildiğini biliyoruz. Ama bu sefer de fil şovuna denk geldik ve 
eğitmenlerinin ellerinde sivri uçlu çekiçlerle hayvanların kafa 
taslarına vurarak yönlendirmelerine şahit olduk. Hala içimde
 acısını hissediyorum. Biz ettik siz etmeyin, 
böyle yerlere para kazandırmayın.
  



Bu fotoğraf zorunlu bir molanın anısı... Mason'a giderken
 motorlardan birinin lastiği patladı. Dünyanın bir köşesinde
 böyle aksaklıklar olabileceğini ve bundan bile keyif alınabileceğini 
de böylece deneyimlemiş olduk.



6. gün:
·      Tirta Empul Tapınağı
·      Bali Swing

Tirta Empul Tapınağı’nı gezdik. Burada insanlar 
dileklerini gerçekleştirmek için bir havuza giriyor, inanılmaz 
bir insan kalabalığı vardı, her milleten, her yaştan insanı aynı 
suyun içinde görmek biraz ilginç… 

Orkun bana işaretlerin nasıl yapıldığını anlatmaya çalışırken...

Öğrendim :)




Belimize bağladıkları "sarong"


Sonrasında Bali Swing deneyimi yaşamak için karşımıza 
çıkan bir yere girdik. Şahane bir manzara eşliğinde kendimizi 
Ubud’un yeşiline bıraktık.




Aç mı kaldık, kilo mu aldık?

Tam arada kaldık açıkcası, karnımız doydu, hatta bazen 
çok lezzetli şeyler de yedik ama kahvaltıya hasret kaldık.

Balililerde kahvaltı kültürü pek yok. İçimizden şuraya yerleşip
 bir mantıcı açsak, sabahları şöyle mıhlamalı, menemenli, 
çeşit çeşit peynirli bir köy kahvaltısı versek bu mutlu insanları 
daha da mutlu ederiz diye az düşünmedik.

Bizim kahvaltımız otel fiyatına dahil olduğu için dışarıda 
kahvaltı etmedik. Açık büfe verilen kahvaltıda her sabah 
çorba, pirinç, tavuk çeşitleri, domates – salatalık, patates vardı.

Öğlen yemeklerini kimi zaman otelde, kimi zaman dışarıda yedik.
 Hamburger, pizza gibi alternatifler mevcut.

Değişik meyvelerinin bazıları gayet lezzetli.







Ubud’ta; tavsiye edebileceğim yemek yerleri şöyle;

Halal Burger: Mantarlı çizburgeri şa-ha-ne!
Cinta Grill: Burada da çeşit fazlaydı.
Clear Café: Kesinlikle ama kesinlikle görülmesi gereken 
çok değişik bir konsept. Sağlıklı yiyecekler, üst katta 
SPA ve acayip bir ortam…
The Spell Crep: Bir gece benim gibi Nutella’lı krep kriziniz
 tutarsa kesin gidin. Bu arada Nutella’ya karşılarmış,
 masalarında direkt bununla ilgili bir not var, 
çikolatayı kendileri yapıyorlar, gayet lezzetli 
ve ortam yine çok mistik.

Alışveriş zamanı!

Bali’de en eğlendiğim şeylerden biri alışveriş yapmak oldu. 
Normal hayatımda asla pazarlık yapamayan biri olarak, 
orada sistem bu olunca pazarlığın tadına vardım. Para birimini
 kafamda tam olarak oturtamadığım için de daha bir rahattım.

Gitmeden önce dolar almıştık ama orada bu parayı 
Rupiah’a çevirmemiz gerekti. Çünkü para üstleri Rph 
olarak veriliyor ve bir yerden sonra baş edemiyorsunuz.

Ben para sistemini şöyle kurdum:
100 Rph = 7 Dolar = 28 TL
50 Rph = 3,5 Dolar = 14 TL
Her şeyi 50 ve katları olarak hesapladım.

Öncelikle pek çok hediyelik eşyayı, Ubud Markt denilen
 yerden aldım. Bizdeki Kapalı Çarşı'nın açık versiyonu :)

Bir de en keyifli alışveriş durağı Tirta Empul Tapınağı’nın 
çıkışındaki pazar yeriydi. Pazarlıkta en başarılı olanımız Orkun’du,
 stand-up’lık diyolaglar yaşandı.




Neler aldığımıza gelince; çantalar, elbiseler, süs eşyaları, 
tütsüler, tablolar (anormal ucuz), yöresel müzik aletleri, şallar.





2. evimiz Hakkı Abi'nin dükkanı

Şimdi dooooğru Seminyak'a tık tık



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...