11 Nisan 2014 Cuma

"Evet..."



Tam 48 gün önce bir Cumartesi sabahı kalktım giyindim. Her hafta sonu olduğu gibi Orkun’la dışarı çıkıyoruz. Ama tutturdu bi gün önceden, ille de karşıya geçelim. Yok hayatım, geçmeyelim diyorum. Gerçekten hiç karşı havasında değilim. Zaten işim karşıda, her gün iki yaka arasında mekik dokumaktan sıkılmışım. Cumartesi cumartesi hiç cazip bi fikir değil benim için karşıya geçmek. Ama o, aşkım ben Bebek’te şöyle güzeeel bi kahve içmek istiyorum diyor. Zaten Bebek aşkı bi başkadır onda. Ne zaman keyifli bir hayal kursa mekan mutlaka Bebek’tir. Tamam diyorum. Erken kalk diyor. Her hafta sonu 9.30 – 10 arası uyanan ben 11’de uyanıyorum. Yine şansımı zorluyorum, geçmeyelim karşıyaaaaaa! Normalde diretmem böyle ama istemiyor işte canım o gün. Zaten aklımda bir ton iş, kaç haftadır kuaför işlerim var önce kuaför diyorum başka zaman diyor. Viaport’a gitcektik diyorum akşam gidelim diyor. Tamam diyorum pes, o zaman bi fön çektireyim, onu bile kendim yapacak modda değilim. Gidiyoruz, fön çektiriyorum. Kapıda bekliyor. Yola çıkıyoruz. O da ne? Nasıl bir trafik! Vaz mı geçsek diyor. Eveeeeeeet diyorum. Artık bozuluyor. Kırk yılda bir bir şey istedim senden, ne var bi kere de ben istediğim için bir şey yapsak diyor. Hak veriyorum. Susuyorum.

Hava mis, ışıl ışıl… Bebek’e geliyoruz. Tam ışıklarda saçma sapan bir şey için bana sinirlenip sesini yükseltiyor. O an o kadar içerliyorum ki… Başlıyorum hüngür hüngür ağlamaya. Şaşırıyor, üzmek istemedim diyor ama o an ona o kadar sinir oluyorum ki! Park ediyoruz. İnmek istemiyorum, suratım asık… Konuşuyor, elimi tutuyor ama o çok üzgünüm. Söylenip duruyorum. Iniyoruz arabadan, yürümeye başlıyoruz. Kale’de oturalım diyor. Yola çıktığımızdan beri beri WC derdindeyim Bebek Kahvesi’nin önündeyiz. Şurda oturalım o zaman WC’ye girmem gerek diyorum. Tamam gir ama orda oturmayalım diyor. MC Donald’s mı orası saçmalama diyorum. Burada bir şeyler atıştıralım orda kahve içeriz diyorum. Oranın bilmem nesi daha güzel diyor. Anlamıyorum bir şey, kafamda bir şey kurmak istemiyorum sonra hayal kırıklığı yaşamamak için…  Zaten o kadar sinirliyim ki Kale’nin yolumuzun çok gerisinde kaldığının bile farkında değilim, ilk dakikadan günümüzü mahvetti diyorum içimden… 
Orada bi banka oturasım ve onunla konuşmayasım var, banklara bakıyorum. 

O yavaşlıyor, gülümsüyor, tanıdık birileri var herhalde karşımızda diye düşünüyorum. Elimi tutuyor. 
Bir de bakıyorum güllerle süslenmiş bir tekne!

İçimdeki küçük kızlar çaktırmadan çığlık çığlığa koşuşuyor, hoplayıp zıplıyorlar. O gün bugünmüş demek ki diyorum. Tekneye biniyoruz. Biri bizi kameraya çekiyor. O an –yanlışlıkla- önceden bana ithaf ettiği şarkı çalmaya başlıyor. O kadar özel ki o şarkı bizim için. Sözlerini duymak bile gözlerimizi doldurmaya yetiyor. Şarkı sadece  4- 5 sn çalıp değişiyor ama o anda Orkun karşımda, gözlerinden yaşlar akarak bana sarılıyor. Ben de öyle…

Yukarı çıkıyoruz. Hava soğuk ama zerre kadar üşümüyorum (Yüzük bakarken de böyleydim). Sevdiğimiz şarkılar ardı ardına çalıyor. Sarılıp sarılıp öpüyorum, ne konuşuyoruz hatırlamıyorum. Kamera hala çekiyor. Şaşkınım. Çok şaşkın… Artık bekleme moduna girdim, beni şaşırtamazsın derken ne kadar da yanılmışım diyorum. Sonra yavaş yavaş Arnavutköy’e yanaşıyoruz. Elimden tutup ayağa kaldırıyor. Etrafa bakınıyorum. Birileri mi gelicek yanımıza diyorum, cevap vermiyor.  Bir noktaya bakıyor gülümseyerek. Orayı arıyorum, bulamıyorum. Derken şarkımız çalmaya başlıyor. Bi an alkışlar, ıslıklar duyuyorum. Bir de bakıyorum ki sahilde bembeyaz bir binanın üzerinde fotoğrafımız. Yanında “Bugün geri kalan hayatımızın ilk günü…” yazıyor. Orkun ağlayarak diz çekiyor önümde elinde binbir zahmet ve binbir heyecanla aldığımız tektaş. Ağlıyor. 
Hem de o kadar içten ağlıyor ki… O güne dek ne kadar sevdiysem onu, o an bir o kadar çok daha sevgi ekleniyor kalbime. Ben de ağlıyorum. Konuşamıyor. Kafasını eğiyor, kaldırıyor. Sonra ağzından tek bir cümle çıkıyor:
 “Benimle evlenir misin?” 
Yüzünü seviyorum, elinden tutup çekiyorum, ayağa kalkıyor. Hiçbir şey söyleyemiyorum. Boynuna sarılıp hıçkırarak ağlıyorum… O ağlıyor, ben ağlıyorum. Kamera etrafımızda. Orkun hadi diyor bak bekliyoruz. Yüzüne bakıyorum, söylemek istiyorum, ben de konuşamıyorum. Birkaç kez daha sarılıp yüzüne bakıyorum yine… 
Sonun da söylüyorum: “Evet!” ve ekliyorum. Bu 1.si…

Sımsıkı sarılıyor bana… Şampanya ve 2 kadeh geliyor. Açmaya çalışıyoruz. Orkun zorlanıyor ama hırs yaptı bir kere, açmadan bırakmaz biliyorum. Sonunda patlıyor. Ben alkol almam. O günün hatrına bir yudum alıyorum. 
Onun tadı bile normaldeki kadar kötü gelmiyor o an. Her şey nasıl da beynin emrinde…

Ben mutluluğun her anını içime, aklıma kazımaya çalışıyorum. Ve ilerlerken bir yere daha yaklaşıyoruz. Ortaköy. House Café’nin iskelesi. İskelenin önünde ellerinde kırmızı kalplerle birileri var. Yaklaştıkça teker teker tanıyorum. Mutluluktan zıp zıp zıplıyorum. Hep böyle olur. O an yaşadığım mutluluğu anlatacak cümleler kuramıyorum ama düşündüğümde hala kalbimde o anı yaşıyorum. Iniyoruz tekneden herkese sarılıyoruz sıkı sıkı. Hep birlikte oturuyoruz.

O an hiç bitmese istiyorum. Herkes orada, annemler arıyor. Fotoğraflar, videolar… Bu günü kendi tarihimize kocaman bi kalbin içine yazıyoruz. 
"22 Şubat 2014"


Bu çekim sağlı sollu olmuş ama olsun :)


Ben, 48 sene de geçse hiçbirini unutmayacağım. Her detayını özellikle yazdım. Kayıtlarda da kalsın istedim. Mutluluk paylaştıkça çoğalır. 
Acılar paylaştıkça azalır. Hayatta bunun daha ötesinde hiçbir şey yok. 

O gün yazdıklarımı bir kere de buraya yazıp, sevdiklerimize bir kez de buradan teşekkür etmek istiyorum;

O kadar mutluyum ki … Bir “evlenme teklifi”nin verebileceği mutluluğun katbekat fazlasını yaşadım. Karşımda o kocaman kalbini bana bu kadar cesurca açan, bu kadar şeffaf gösterebilen sevgilim, sen benim en büyük şansımsın, varlığına her gün şükrediyorum! Bir taraftan mutluluğuma sevinen bir taraftan da eminim içten içe duygusallıklarını saklamaya çalışan, beni bu güzelliklere hep şükredecek bilinçte yetiştiren canlarım annem babam; üşengeç, saf, yakışıklı kardeşim, gözbebeğim Sergenim; pamuk elleriyle yüzüğüme bakıp sevinen, bugünlerime şahit olmasına şükrettiğim canımın canı anneannem; bizi bulutlardan mutluluk gözyaşlarıyla izlediğini bildiğim melek Mebüşüm; böylesine hassas, ince, düşünceli bir erkek yetiştiren, bizimle ağlayan, bizimle sevinen Gönül teyzem; kendi abim olsa en fazla bu kadar seveceğim, sarıldığında güvende hissettiğim Tolga abim; içinin güzelliği dışına yansıyan, akraba olacak olmak dışında en iyi arkadaşlarımdan biri olan, her detayda içtenlikle hayatımızı paylaşan canım Tuğbam; yıllardır kahrımı çeken, bütün sorunlarıma çözüm bulan dostluğun hakkını veren Feyzam ve Faruk, 2 yaşından beri sürekli eğlendiğimiz, küsüp küsüp barıştığımız, her anımızı canlı yayınla paylaştığımız, şimdilerde evlilik telaşlarını birlikte yaşadığımız canım kuzenim Sedam, Şeydam, iş arkadaşından çok daha öte, ablam, arkadaşım, canım, o temiz kalbini seve seve herkese açan Esram ve Murat, Bu güzel günü bizimle paylaşan canım Mehtapcım, güzel kalbini bakışlarında bile görebildiğim, bu günde emeği büyük canımız Bilal; dostlarımız Alper, Yasemin, Denizhan, Eda, Yunuscan, Burak… Gelemeseler de varlıklarını hissettiren Cansum ve Volkan; Haticem ve Ayhan… Heyecanla bu anı paylaşmayı beklediğim Tuğçem, Burcum, Tuğbam… Yanımızda olan, olamayan herkes….

Bir kez daha gördüm ki, çok ama çok sanslıyım, her gün her dakika şükretmekle yetinemeyeceğim güzellikler var hayatımda. Allah, bana yaşattığı mutluluğun bin katını yaşatsın size...
Sevdiğiniz birini toprağa verirken mezarına toprak atan eli, en güzel gününüzde mutluluktan ağlarken gördüğünüzde hayatta korkacak pek bir şeyiniz kalmıyor…
Ben dünyanın en şanslı insanı olabilirim sizinle! Hepinizi çok ama çok seviyorum…





 




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...