7 Haziran 2011 Salı

ön yargı...



Aylar önce, kış, karanlık, iş çıkışı bizim otobüse bindim.

“Bizim otobüs” çünkü her sabah ve her akşam aynı insanlar biniyor, dönüşümlü 2 şoför kullanıyor otobüsü.

Servis gibi aynı...

O kadar ki ben her gün, gidiş-dönüş 3 saatimi, rahatlıkla uyuyarak geçirebiliyorum :)

 Aylar önce; işte o dediğim akşam yine, otobüsün kalkmasını bekliyordum. Önümdeki  koltukta da bir poşet duruyordu. Biri yer tutmak için koymuş herhalde dedim içimden…

 Derken hardal sarısı şapkalı, beyaz saçlı, havalı bir amca bindi otobüse, önümdeki koltuğa yaklaştı, poşeti aldı, sağına soluna bakındı. Koyacak yer arıyor herhalde dedim…

Sonra da içimden bir ton düşünce geçti…
 İnsanlar ne kadar gariplerdi! Ne var yani bunca boş koltuk varken oraya oturması şart mıydı? İnatçıydı galiba! Almış poşeti eline dönüp duruyor! Bencillik bu…

Sonra bana dönüp poşeti gösterdi sen biliyor musun gibilerinden. 
Hayır anlamında başımı salladım.

Önümdeki koltuğa oturdu ve bana döndü, tekrar poşeti gösterdi;
!!! konuşamıyordu !!!

Üzgün bir ifadeyle unutmuşlar bunu dedi ya da onu anlatacak bir şeyler işte…

Allah’ım o kadar utanmıştım ki….  Adama bakakaldım…

Kalktı şoföre gitti, derdini ona anlatmaya çalıştı, şoför de; ben ne yapayım amca yaa dedi :(

Boynunu büküp geri geldi. Adamcağız ciddi üzülmüştü poşete.. Otobüse binen hemen herkese tek tek gösterdi; ama kimse ilgilenmedi. O da gelip tekrar oturdu. Bana dönüp tekrar boynunu büktü n'olcak der gibi…

Nasıl üzüldüğümü, kendime ne kadar kızdığımı anlatamam….
Ön yargılı yaşamaya ne kadar alışmışız. Adamcağız o haliyle ne için uğraşırken ben onun için neler düşündüm…

Ondan başka kimsenin ilgilenmediği şeyle o haliyle nasıl da uğraştı…

Sonra tekrar baktı poşete, içinde hastane dosyaları, sağlık raporları falan vardı. 
Galiba oldukça önemliydi .
Her bir evrağı çıkardığında da bana dönüp “günah günah” dedi. Belli ki çekiniyordu bakarken… Sonra aradı taradı telefon numarası buldu içinde. Çok sevindi. Arayacağını anlattı.

Ilginç ama gidene kadar benimle konuştu… Yani konuştu derken bi şekilde anlaşabildildik. İşaretlerle, dudak hareketleriyle… Nerde oturduğumu sordu, oralar çok güzel yerler dedi...
Okuyup okumadığımı sordu, gidene kadar tebrik etti beni.

Aslında ben onu tebrik etmeliydim…

Öyle bir insandı ki içimi ısıttı resmen. Nasıl bir enerjiydi anlayamadım.
Gözlerim dolu dolu indim otobüsten.
Dışardan bakıldığında fıstık gibi bir amca, hayat dolu belli ki, iyi, yardım sever ve hiç bir şey onun bu ruh halini sınırlandıramamış.

Bi de bize bak dedim içimden hem ona karşı ön yargımdan hem de kendi ruh halimden utandım.

En ufak bi rüzgar bizim içimizde fırtınalar kopartırken insanlar ne depremler yaşayıp da ayakta kalabiliyor.

Bravo ona!

Eve gidene kadar şükrettim, içimden geçirdiğim her şey için, eksik bulduğum ama aslında göremediğim ve nankörlük ettiğim şeyler için özür diledim…

Sonra şu ağaçları gördüm bizim sokağın başında.


Biri yaşamı diğeri ölümü çağrıştırdı…

İkisi birbirine bu kadar yakındı.

Ikisinin arasından geçip eve gitmek zorunda olduğum gibi ikisi arasında yaşamak zorundaydım.

Tekrar şükrettim...

Hayatta olduğum, bunları görüp üzerine düşünebildiğim ve başkalarına anlatabilidiğim için!


Uzun zamandır yazmak istediğin bir yazıydı bu, iyi oldu…

3 yorum:

  1. Gözlerim dolu dolu tüylerim diken diken okudum,nasıl bir ders sana,bana,herkese

    YanıtlaSil
  2. evet Yıldız gerçekten öyle, belki anlatamam demiştim başlarken; çünkü bu hisler söze dökülebilir mi emin olamadım, hissettirebildiysem ne mutlu bana...

    YanıtlaSil
  3. hep böyle kal Mervecim, hep böyle kal...

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...