5 Ekim 2016 Çarşamba

İçimden dökülenler...

Şöyle bir geriye gidesim var, ara ara gitmek lazım ama ben bayadır oradayım.
 Yanlış yapıyorum diyemem, yanlış da, doğru da yerine göredir bence…

İşe alışma telaşlarımla başladığım bu günlük evcilik oyunumla süslendi, yeni yeni arkadaşlar kazandırdı, bir sürü güzel insanın hayatına dokunma imkanı verdi. Sonra acılarım da karıştı buraya… 
Çünkü hayatta hepsi vardı. 
Babam gitti, ardından pamuğum anneannem…

Ailemin yarısını 1 yıl bile olmadan kaybettim. En mutlu günlerim başlıyor zannederken hayatım birdenbire değişivermişti.

Hiç geçmeyecek sandığım acılardı bunlar, hiç azalmayacaklardı... 
Geçiyor diyemem, boşluk dolmuyor ama insan bunlarla yaşamaya gerçekten alışabiliyor. Sanırım bu bir yaradılış. Bir kabullenme hali.

Hani bütün kumsalların toplamındaki tek bir kum tanesi kadar bile bir şeyleri değiştirebilme imkanım olacağı bilsem; gideni geri getirebileceğimi, yaşananları değiştirebileceğimi… O zaman her şeyden vazgeçer giderim belki peşinden. 
Ama yok!

Bir tek ölümün çaresi yok. 
GERÇEKTEN YOK! 
Bu yüzden beyin bu konuyu otomatikman kabul ediyor. 
Çünkü değiştirebileceğine dair en küçük bir umut bile yok...

Bir de inanç ve düşünceler var. Benim babam beni hiç yalnız bırakmıyor mesela! Çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Hangi baba bu kadarını yapabilir ki… Benim babam beni bu duruma bile alıştırdı, hala en dayanamayacağımı sandığım anda eli üstümde, hep yanımda. Sorularımın cevabı, huzurum, tesellim hep ondan geliyor. İnanılır gibi değil ama ben yaşıyorum.

Ve biliyorum. Ne kadar şükredersem edeyim, yetmeyeceğini de biliyorum…

Ölümden korkan biri çok sevdiği birini kaybetmemiştir diye bir cümle okumuştum. Ölümden bile korkmuyorum artık. Yaşıyorum, gülüyorum, hayatı seviyorum ama her gün bitiminde, onlara bir gün daha yaklaştığımın gizli bir sevinci oluyor içimde…

Kavuşacağımızı biliyorum, şimdiden bir aradayız ve zaman gelecek aramızdaki o boşluk yok olup gidecek. O zaman bir daha hiç ayrılmayacağız.

Henüz tam başaramasam da kendimi eğitmeye çalıştığım bir konu var. 
Aslında herkes gibi…
Şu kısacık hayatın, şu 10 dakika sonrasının garantisi olmayan hayatın, her dakikasını pişman olmadan dolu dolu geçirmek istiyorum!

 

Ne kadar çok kızsam da o anda bırakmaya çalışıyorum artık. Kendime kızma, sinirlenme diye de sınır koymuyorum. Canın istiyorsa dibine kadar kız, bağır, 
kır dök hatta ama o anın devamına taşıma.

Bırak…

Sevdiğin şeyler yap diyorum kendime, arkadaşlarına vakit ayır, doldur hafta sonlarını, yoruldum diye de şikayet etme, ev dağıldı diye gerilme, zamana yetişemiyorum deme, sadece kendini ne iyi hissettiriyorsa onu yap.

Almak iyi hissettiyorsa al, düşünme ne kadar çok kıyafetim oldu diye, daha okumadığım kitaplar var yenilerini sipariş etmemeliyim diye… 
Meli malı'ları da at hayatından... Canıma değsin de! 

Vermek iyi geliyorsa ver. Giymediğin kıyafetleri, bir gün lazım olur diye tuttuğun eşyaları, hesabında tutmaya çalıştığın 2 kuruş parayı... Düşünme ay sonuna şu kadar kaldı diye, başkalarına dokunmanın kalbine ne kadar iyi geleceğini hatırlat kendine, o huzuru başka hiçbir şeyde bulamadığını düşün!

Kendine iyi bak! Vücuduna iyi bak. 
Sevdiğim bir cümleyi daha yazacağım buraya; 
“Vücudunuza iyi bakın ki ruhunuz onda yaşamak istesin.” 
İşte tam olarak bunun için kendinle ilgilen, en çok sen sev kendini.

Ve her şeyi şükür içinde yap! 
Güzellikleri de, çirkinlikleri de daha iyi analiz edersin o zaman. 
O zaman daha mutlu olursun, daha iyi, daha anlayışlı, daha tevekkül içinde…

Bu hayat akıp gidiyor. Şu, su dolu kırık bardak hikayesindeki gibi hani… 
İçsen de, içmesen de…
Ve o bardak her koşulda dolu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...